Sosyal Fobiler Ergenlikte Zirve Yapıyor, Sosyal Medya da Bu Durumu Destekliyor!
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, sosyal fobinin genellikle çocukluk döneminde başladığını ve ergenlikte zirveye ulaştığını belirtiyor. Prof. Dr. Tarhan'a göre, zeki çocuklarda akademik başarının düşmesinin en yaygın sebeplerinden biri de sosyal kaygı bozukluğu.
Prof. Dr. Tarhan, sosyal fobisi olan bireylerin kendilerini olduklarından daha değersiz algıladıklarını, bunun da özgüven eksikliğine, korkaklığa ve depresyona yatkınlığa neden olduğunu ifade ediyor. İlginç bir şekilde, toplumumuzun kültürel olarak sosyal fobiyi destekleyen bir yapıya sahip olduğunu dile getiriyor.
Sosyal Kaygı ve Sosyal Fobi Arasındaki Fark
Sosyal fobik kişilerin çekingenliği ve utangaçlığı daha yoğun ve şiddetli yaşadıklarını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, bu durumun kişinin meslek hayatını ve günlük yaşantısını olumsuz etkilediğini, gelişimini engellediğini vurguluyor. Sosyal fobinin, kişinin tüm performansını etkileyerek zekasını ve yeteneğini kullanmasını engellediğini belirtiyor.
Prof. Dr. Tarhan, "Sosyal kaygı ve sosyal fobi farklı kavramlardır. Kültürümüzde, özellikle Doğu kültüründe ve Anadolu'da utangaçlık yüceltilir. Bu durum, sosyal kaygı olarak görülebilir. Bu nedenle kişiler çekingen durur, fazla risk almaz ve sessiz kalırlar. Bu davranışları sosyal fobi olarak değerlendirmemek gerekir. Çünkü bunlar öğrenilmiş davranışlardır. Ancak sosyal fobisi olan bir öğrenci için derste tahtaya kalkmak bir eziyet haline gelir. Sözlü sınavda tutulur, hiçbir şey yapamaz, eli ayağı titrer, nefes alamaz, kıpkırmızı olur ve konuşamaz. Bildiklerini bile anlatamaz. Bu durum, sosyal kaygı yaşayan kişilerin tüm başarısını ve performansını olumsuz etkiler" diye konuştu.
Çekingen Kişilikler ve Yalnızlık Paradoksu
Prof. Dr. Tarhan, literatürde "avoidant kişilik" olarak geçen çekingen kişiliklerin, istemedikleri halde yalnız kaldıklarını belirtiyor. Bu kişilerin içe kapanık olduklarını, ancak şizoid kişilerin aksine yalnız kalmaktan rahatsız olduklarını ifade ediyor. Sosyal çekingenliğin üzerine bir türlü gidemeyen bu kişilerin, sosyal felç geçirdiğini, ilerleyemediğini ve adım atamadığını belirtiyor. Kalabalık bir ortama girdiklerinde herkesin kendilerine baktığını hissettiklerini, sürekli başkalarının dikkatinin üzerlerinde olduğunu düşündüklerini ve hemen sessizce bir köşeye çekilmeyi tercih ettiklerini ekliyor. Bu tür kişilerde kaçınma davranışının sık görüldüğünü vurguluyor.
Küresel Rekabet ve Sosyal Kaygı Oranları
Yapılan araştırmalara göre, dünya genelinde 16-29 yaş aralığındaki bireylerin yüzde 36’sında sosyal kaygı görüldüğünü dile getiren Prof. Dr. Tarhan, bu oranın oldukça yüksek olduğunu belirtiyor. Genel olarak ise dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 8’inin hayatlarının bir döneminde sosyal fobi yaşayabildiğini ifade ediyor.
Prof. Dr. Tarhan, sosyal kaygının gelişmiş toplumlarda daha yaygın, gelişmemiş toplumlarda ise daha az görülmesinin ilginç olduğunu belirtiyor. Gelişmekte olan toplumlarda, özellikle küresel kapitalist sistemin rekabeti teşvik etmesi nedeniyle sosyal kaygının daha fazla hissedilebildiğini söylüyor. Atılgan, risk alan ve özgüveni yüksek bireylerin başarıya ulaşırken, bunu yapamayan kişilerin kendilerini yetersiz hissettiğini ve "Yapmam gerekiyor ama yapamıyorum" düşüncesinin sosyal kaygıyı artırdığını belirtiyor.
Sosyal kaygısı olan bireylerin sürekli olarak güvenlik arayışında olduklarını, hata yapmaktan, mahcup olmaktan ve rezil olmaktan korktuklarını ifade eden Tarhan, bu korkuların kaçınma davranışlarını beslediğini ve bu kişilerin çoğunlukla mükemmeliyetçi bir yapıya sahip olduklarını ekliyor.
Sosyal Fobi ve Başa Çıkma Yöntemleri
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bazı çocukların evde kendilerini güçlü hissederken dışarıda tam tersi bir tavır sergileyebildiklerini, sosyal fobisi olan bireylerin kendilerini güvende hissettikleri ortamlarda bu kaygıyı fazla hissetmezken, dış dünyada suskun, içine kapanık ve kaygılı olduklarını belirtiyor. Otorite figürleri karşısında çekingen davrandıklarını ve kalabalık içinde konuşmakta zorluk çektiklerini ifade ediyor.
Sosyal fobisi olan bireylerin mizahı kullanmasının, kaygıyı azaltıcı bir teknik olarak oldukça etkili olduğunu işaret eden Prof. Dr. Tarhan, kaygıya karşı tolerans geliştirmenin de önemli olduğunu belirtiyor. Terapilerde "beklenti anksiyetesi"nin ele alındığını, kişinin olacakları düşünerek büyük bir korku yaşadığını ve bu yüzden sürekli kaçınma davranışı gösterdiğini söylüyor. Bu durumda el ve ayak titremesi, nefes darlığı gibi fiziksel belirtilerin de ortaya çıkabileceğini belirtiyor.
Prof. Dr. Tarhan, korkuyla yönetilen sistemlerde sosyal kaygıları gidermenin mümkün olmadığını, ancak güven esasına dayalı yönetim anlayışında, liderin birkaç tebessümü veya olumlu geri bildirimi bile bireyin rahatlamasına yardımcı olabileceğini vurguluyor.
Sosyal Fobi Tedavileri ve Teknoloji Destekli Yöntemler
Sosyal fobi tedavisinde, öncelikle kişiye uygulanan çeşitli ölçeklerle sosyal fobinin şiddetinin belirlendiğini ve daha sonra kişinin otomatik düşünceleri ile hatalı inanışlarının tespit edildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, tedavide çekirdek problemlere odaklanıldığında birçok belirtinin çözüme ulaşabileceğini belirtiyor.
Günümüzde sıkça kullanılan yöntemlerden birinin VR (Sanal Gerçeklik) gözlükleri olduğunu anlatan Tarhan, bu gözlüklerin üç boyutlu bir ortam sunduğu için kişinin kendini gerçek bir toplantı salonunda gibi hissetmesini sağladığını, sosyal kaygısının yoğun olduğu alana göre kalabalık önünde konuşma, sunum yapma ya da insanlarla etkileşime girme gibi görevler verildiğini ifade ediyor. Aynı zamanda, nörofeedback cihazları kullanılarak kişinin beyin dalgaları takip edildiğini, kaygı seviyesi yükseldiğinde ortaya çıkan fizyolojik tepkilerin (Beta dalgalarının artması, cilt sıcaklığının yükselmesi, terleme ve cilt iletkenliğinin artması) cihazlar sayesinde anlık olarak izlendiğini ve geri bildirim terapisi uygulanarak kişinin bu durumlarla baş etmeyi öğrendiğini belirtiyor. Zamanla, maruz kalma terapisi ile duyarsızlaşma sağlandığını ve kişinin korkularını aşarak sosyal ortamlara daha rahat girmeye başladığını ekliyor.
Prof. Dr. Tarhan, sosyal kaygısı olan bireylerin kadercilikten vazgeçmeleri ve gelişmek için hesaplanabilir riskler almaları gerektiğini ifade ediyor.
Kültürel Etkiler ve Ailelere Tavsiyeler
Prof. Dr. Tarhan, toplumumuzun kültürel olarak sosyal fobiyi destekleyen bir yapıya sahip olduğunu dile getiriyor. Çocuklara "Sus küçüğün, söz büyüğün" veya "Büyüklere cevap verilmez" gibi ifadelerle büyümeleri öğütlendiğini, bu tür söylemlerin sorgulamayı engelleyen, duyguların bastırılmasını teşvik eden ve utangaçlığı yücelten bir anlayışı beraberinde getirdiğini belirtiyor. Geçmişte bu yaklaşımın, gençlerin hata yapmasını önleyerek toplum içindeki uyumu artırdığını, ancak günümüzün bir iletişim çağı ve küresel rekabetin son derece yoğun olduğu bir dönem olduğunu vurguluyor.
Bu ortamda başarılı olabilmek için barışçıl rekabet içinde yer almamız gerektiğini belirten Tarhan, çocuklarımızın gelişimi için onları koruyup her hatadan uzak tutmak yerine, hesaplanabilir riskler almayı öğrenmeleri gerektiğini söylüyor. Özellikle sosyal kaygısı olan bireylerin, çaba sarf edebilecekleri, uğrunda mücadele edecekleri bir hedefleri olması gerektiğini ekliyor.
Gençlere "En büyük zafer, insanın kendisine karşı kazandığı zaferdir" mesajını veren Prof. Dr. Tarhan, bu zaferin; içimizdeki tembelliğe, korkulara, geçici heveslere, arzulara ve zevk tuzaklarına karşı verilen mücadeleyi kapsadığını belirtiyor. Gençlerin bu mücadelenin başarı olduğunu bilmesi ve hata yapmaktan korkmaması gerektiğini vurguluyor. Anne babaların da bu süreçte çocuklarına hata yapma hakkı tanımaları ve hata yaptıklarında sadece hatalarına odaklanmak yerine, olumlu yönlerini de destekleyerek "Bak, şunları çok güzel yaptın, bunu da düzeltebilirsin" diyerek destek olmaları gerektiğini söylüyor.
Sosyal Medyanın Sosyal Fobiye Etkisi ve Ekran Süresi Uyarısı
Sosyal medyanın sosyal fobiyi desteklediğini de anlatan Prof. Dr. Tarhan, günümüzde çocukların sürekli bir şeyler seyrederek büyüdüğünü, ancak sürekli seyreden bir çocuğun ileride de hayatı seyretmeye başladığını ve pasif, sosyal kaçınma içinde bir bireye dönüştüğünü belirtiyor. Ellerinden düşmeyen tabletlerin, sosyal becerilerinin gelişmesini engelleyerek kaçıngan bir kişilik yapısına yol açtığını, belki sosyal fobik gibi görünmediklerini ama tembelleştiklerini ve yeteneklerinin köreldiğini vurguluyor.
Bu yüzden seyreden değil, sorgulayan ve üreten bireyler yetiştirmek istiyorsak, çocuklara hata yapma hakkı tanımamız ve ekran süresini sınırlandırmamız gerektiğini ifade eden Tarhan, günümüzde pek çok ülkenin çocukların ekran sürelerine kısıtlama getirdiğini ve Türkiye'de de bu konunun tartışıldığını, yakın zamanda özellikle 13 yaş altı çocuklar için bir düzenleme çıkmasının beklendiğini sözlerine ekledi.
Gönderen: journal